Meksikalı yazar Julián Herbert, ölüm döşeğindeki annesinin başında beklerken ilk cümlesini kuruyor romanının. Derin otobiyografik izler taşıyan Mezar Şarkısı, yazarın kendi yaşamına bir ağıt, anneye bir veda mektubu, edebiyata, bahtsız ülkesine ve 20. yüzyıla sert ve ironik bir eleştiri olarak okunabilir.
Hayat kadını bir anne ve onunla tüm çocukluğunu Meksika`nın bir ucundan diğerine sürüklenerek geçiren oğlu... Yıllar sonra roller yine değişmiyor. Son günlerini kanser koğuşunda yaşamakta olan anneye yine oğlu eşlik ediyor. Hastane odasında günler geceler boyu annesinin hasta yatağının başucunda hayatıyla hesaplaşma içine giriyor oğul. Fark ettiği ilk şey, annesini düşündüğünden çok daha fazla sevdiği ve hayatının merkezindeki insanları ne kadar da kolayca kaybettiğidir. Bu duygularla alır eline kalemi ve eski eşine bir özür mektubu olarak geçmişini döker yazıya. Anlaşılırsa affedilecektir ne de olsa!..
Ancak, ‘geçmişin hayaletleri’ kalemin ucunda canları istediği gibi cirit atacak; bu izlerden Meksika’dan Berlin ve Havana’ya uzanan, sadâkat, aşk, edebiyat, siyaset ve acılara dair sıra dışı bir roman çıkaracaktır Julián Herbert. Bahtsız Meksika ve ‘insanlığa pornografi ve başarısız devrimlerden öte hiçbir şey sunamamış’ 20. Yüzyıl’a dair bir roman…
Kafka, Oscar Wilde, Thoman Mann, Infante, Truman Capote gibi büyük yazarlardan esinler de hissedeceğiniz Mezar Şarkısı, yer yer alabildiğine sertleşen üslûbuna rağmen daima yaşamdan ve aşktan yana koyuyor tavrını: "Korku, memeli gibi davranır. Sevgi ise virüs gibi… Kendisini başka bir şeye enjekte eder, düşünmeden çoğalır, bencil bir şekilde ev sahibini hükmü altına alır... Sevgi güçlü bir virüstür!.."