Siz, kendinizi bir şey sanabilirsiniz; kendinizi bir şey sanmanız, bir şey ifade etmez. Karşınızdaki size, hangi pencereden bakıyor ve ne görüyorsa; siz, onun, sizi algıladığı kadarsınızdır. Sizin, olduğunuz taraftaki pencereden bakan biriyle karşılaşmak, hayatınızın şansıdır. Bir insanın, tam olabilmesi için önce tamamlanması lazım; bir insanın tamamlanması demek önce karısı ya da kocasının olması anlamına gelir.
Bir gün, bir şekilde, aracı vasıtasıyla ya da tesadüfen biriyle tanışırsınız; sizi tamamlayacağına ikna olursunuz ve dünyadaki cennetinizi kurmak için yola koyulursunuz. İşte tam bu noktada şans faktörü ortaya çıkar. Evlilik demek; elini bir karanlığa uzatmaktır. Karşınızdaki insanı ne kadar çok tanıma fırsatınız olsa da sonucu değiştirmez; insanlar, maskeli dolaşmakta pek mahirdir. Maske, ancak evlenince düşer ve Cennet’e gidiyorum, diye çıktığınız yolun sonu Cehennem’e çıkar.
Mensure Ana, ilk evliliğinde yolun sonunda Cehennem’i görenlerden biri ama bir kere kapı yüzüne kapatıldı diye başka iyi kapıların açılmayacağı anlamına gelmez; yeter ki kapanan kapı açılır mı diye ona bakmaktan, açılan yeni kapılar görmezden gelinmesin. Ömür kısa; yaşamak sanattır. Bu sanatı, sanat haline getiren kuruluş, ailedir. Aile, tam olmak, demektir. Tam olmadığınız zaman, geri kalan her şey yarım olur. Dünyada sahip olunacak en önemli şey; iyi bir aileden sonra sizi tamamlayan biri ve iyi bir geçim kaynağınızın olmasıdır. Geri kalanlar teferruattan ibaret olup, her ne varsa çorap söküğü gibi arkadan gelir.
Bu roman, gerçek hayattan kesitlerin bulunduğu, bir ailenin kendi zamanında karşılaştıkları olayları anlatıyor.