Gözlerimi aniden açtım. İşte karşımdaydı. Yirmi beş yaşındaydı. Gözleri firuze taşı gibi parlak ve canlıydı. Güneş yanığı cildi, onu en son gördüğüm gibiydi.
“Merhaba,” dedi. Sesini hâlâ çok iyi kullanıyordu. Tıpkı bir aktör gibi.
Kalbim, bağından kurtulmaya çalışan bir yılkı atı gibi göğüs kafesimi delip geçmek istiyordu.
“Merhaba.” dedim. Ben de henüz yirmi yaşımdaydım. Ayağa kalkarken kucağımda du-ran ‘Rüzgârlı Bayır’ yere düştü. Almak için eğildiğimde Mehmet’in kitabın ucundan tut-tuğunu gördüm. Başımı kaldırdım ve yıllar sonra dudaklarımız tekrar birleşti. İlk öpücük gibiydi. Sıcak ve yumuşak dudaklarından kuru meyvelerin tadını alıyordum. Başladığımız yerdeydik. Hiç gitmemiş gibi. Hiç bitmemiş gibi. Sarıldık birbirimize… “Çok beklettin beni.” dedi. Sözlerinde sitem değil özlem vardı.