“Welat bardağında kalan çaydan son yudumu da aldı. Kısa bir süre geçmişti ki vücudu terden sırılsıklam oldu. Midesi bulandı ve bu bulantı boğazına doğru ilerleyen bir yanmaya dönüştü. “Biraz ferahlarım” diye pencerenin tamamını açtı. Sonra kalktığı yere yeniden uzandı. Yüzünü pencereye çevirince perdeler çekilmiş, açık olan pencereden içeriye alev dalgaları saldırıyormuş gibi bir manzara belirdi. Gerçekten öyle miydi, ona mı öyle geliyordu? Başını, elleriyle tuttu. Gözleri Pala’nın üzerindeki duvarda asılı duran tabloya takıldı. Biraz daha yakından görmek ister gibi gözlerini açıp başını öne doğru uzattı. Yerde yatanın kendisi, yalvaran gözlerin de ona ait olduğu hissine kapıldı. Korktu, vücudu titremeye başladı. Sağ elini önce yüzünde gezdirdi. Sonra vücudunun çeşitli yerlerine dokundu. Kendini toparlamak için gözlerini açıp kapadı. Başını kaldırarak tekrardan tablodaki resme baktı. Tabloda kendi solmuş resmini gördü. Birden ev sahibinin çay tepsisini bırakıp giderken; “Çayınız biterse seslenin, biz gelip tazeleriz” sözünü anımsadı. Zehirlendiğini anlamıştı.”