Yaşamın patikasız güzergâhlarında kendini ararken, yolunu şaşıran bir acı rüzgârdır geçen yıllar… Nereden eser, hangi insanların eflatun göğüne konar, hangi kırlangıçlarla göçer de döner bilemezsin.
Günden güne eprimiş anılarla büyür gider ömrünün kayıt yılları, kayıp yılları… Bir hatıranın hayal meyal esintisinde titreyen eski dostlar, ilk sevgiliye kaçamak bakışlar, ilk gençliğinin delişmenliğiyle yaşamın ertesini gizlediğin o çağlar… Nereye, hangi kayıp iklime göçüp gittiler.
Zaman her şeyi geçip hayale çevirirken benliğinin yapı taşları hangi titrek ansımalara bölünmüştür; zor bir sorudur.
Geçmiş geçti, gelecek de geçecek. Her şeye rağmen bugün var elimde. Kendimi nereden toparlasam, hangi yenileyen kaçışla başlasam ilk günün zinde saatlerine… Derken ellerinin derinleşen kıvrımları seni yalanlar. Yaşlanıyorsun ve yorgunsun oğlum. Günün oynaşık ışıkları seni biraz daha sürükler içinde büyüyen yalnızlık türbülansına. Sorular çoğalır, sözcükler boğulur. Yaşama dair tumturaklı cümlelerden kaçıp demlenmiş bir sukutta, kâkülü uzun mutluluklardan uzak dururken dilsiz kalırsın kendine…