Bir sabah camdan dışarı baktığımda karşımızdaki tek katlı evde oturan arkadaşım Tolga’yı gıcır gıcır mavi bir bisikletin üzerinde ve ağzı kulaklarında dolaşırken gördüm.
Güneşin vurduğu yeni bisikletin metalleri kuyumcu vitrinindeki gümüşler gibi parlıyor ve gözümü alıyordu.
Tüm dikkatimle ve imreni ile ona bakıyordum.
“Ne güzel bir bisiklet, keşke benim de olsa” diye geçirdim içimden. Tolga’yı o anda çok kıskandım, doğrusu.
“Ne kadar şanslı bir çocuk, güzel bir bisiklete sahip,” dedim.
Oysa benim de tüm hayallerimi süsleyen tek şey, bir bisikletimin olmasıydı. Hiç yenemediğim bu heves, çoğu kez rüyalarıma giriyor, beni son derece heyecanlandırıyordu. Bisikletle gezinen çocukları gördüğümde, onlardan gözümü alamıyor, tutkuyla bağlı olduğum bu binek aracının üstünde kendimi uçsuz, bucaksız kırlarda, kıvrım kıvrım yollarda gezerken düşlüyordum.