“Mavi salonun geniş terasının ötelerinde Mausoleion’un silueti, sunakta hiç sönmemecesine yanan ateşin etkisiyle yalaza vurmuş, karşısında duruyordu. Artemisia, yüzündeki manik tebessüm daha da genişleyerek, sarayın karşısındaki sırta asılı gibi duran anıttan gözlerini ayırmadan konuştu:
– Sen kralım, kardeşim, kocamdın. . .
Sevgilim, erkeğim, tanrım oldun. . .
Aşkımız doğanın ahengine aykırıydı, ama içimizde tutuşan yangının yakamayacağı hiçbir yerleşik kural yoktu.
Ve şimdi seni benden alan ölüme meydan okuyorum, Mausolos! . .
Gökler krallığında tekrar kucaklaşana dek, ölüm seni benden ayıramayacak! . .
Artemisia havaya kaldırdığı kadehi son bir kez Mausoleion’a doğru sallayarak, başına dikti ve kocasının külleriyle yoğunlaşmış şarabı kana kana içti. . . ”