Avrupa sanatı uzun süre boyunca, sahne yüzeyinin merkezi olarak kabul edildiği insan yüzü ve bedeniyle çalışan bir analojiyle işledi. İnsanın yüz ifadesi dışa nasıl vurulursa (örneğin bir gülümseme, üzüntü ya da heyecan), bu içsel olarak hissedilenleri yansıtıyordu. Başka bir deyişle, ifade, içsel bir gerçeğin dışavurumu ya da açıklanmasıydı. Ancak Matisse’in dönemine gelindiğinde, hem fovizm hem de Alman dışavurumculuğu, bu analojinin dayandığı öncülleri çoktan çürütmüştü.
Kendi fov deneylerinden sonra, Matisse ifadenin merkezini figürden boyalı alanın bütünlüğüne kaydırdı, figürasyon bir basamak taşı işlevi görmeye başladı. Bu da son derece büyük bir değişim ve dönüşümdü. Matisse ile ilgili bir sanat filozofisinin amacı, önünde duran söz konusu değişim ve dönüşümün üzerinde durmak ve bunda derinleşerek, konunun etraflıca anlaşılmasını sağlamak olmalıdır.