Bir varmış bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı. Kaç kaçmaz mısın, Vardım bir pazara. Bir at aldım dorudur diye. Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye. Padişahın topları ateşe başladı. Topladım gülleleri cebime koydum darıdır diye. Tozu dumana kattım, Edirne`ye yettim. Selimiye minarelerini belime soktum borudur diye. Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye. Babamdan haber geldi, onun eski huyudur diye. Bereket inandılar, tutup beni saldılar. Neyse uzatmayalım, masala başlayalım....
Özlem Yıldırım`ın yıllardır öğrencilerine anlattığı, onların hayran gözlerle dinlediği enfes masallar kitap oldu. Bunlar bildiğiniz, sıradan ve ezber masallar değil. Mağaralara dalan, uzaya giden, adaya konan, oradan sandalla kaçan yeni nesil masallar. Zaten yeni nesillere de yeni masallar gerekmiyor mu?