`İki tane heybetli üçlü koltuk, salonun neredeyse üçte birini kaplıyordu. Bu üçlüler ne kadar iri ve şişmansa yemek masası sandalyeleri de bir o kadar zayıftı ... Müzeyyen teyze, üzerlerine kalınca lastikli örtüler geçirdiyse de zayıflıklarını örtememişti. Bu üçlü koltuklara uymayan bir de tekli koltuk vardı. Müzeyyen teyzenin heybetli koltuklarından önce kullandığı oturma takımının bir üyesiydi. Yeni koltuklar salona güç bela sığdırıldıktan sonra pencere köşesindeki boşluk garibime reva görülmüştü. Üçlülerin yanında ufak tefek durmasına rağmen basenlerinde biriken kilolarından dertli, oflayıp pufluyordu.``
Hepimizin her gün kullandığı eşyalar dile gelse bize ne anlatırlar?
Kimlik kartları, kalemler, çaydanlıklar ve sandalyeler... Elif Bülbül`ün öykülerinde her eşyanın kendi dünyası, farklı bir ruh hali, kullanıldıkça biriktirilen, biriktikçe çoğalan anıları var.
Eşyalar dile geldikçe, günlük hayatımızın, yaşadığımız dünyanın, evlerimizin içinin aynası oluyor. Bu nedenle Elif Bülbül`ün öykülerinde herkes kendinden bir şeyler buluyor.
Elif Bülbül, hayatlarımızın içindeki inceliklerden gelen öyküleri ile zarif, esprili ve anlam yüklü bir dil kuruyor.