Her şeye rağmen güzel şeyler de vardı. Komşularımızla aramız çok iyiydi. Hep beraber toplanır, ateş yakardık. Akşama kadar kendir soyar, sohbet ederdik. Soyduğumuz kendirin çubuklarıyla da ateşi körüklerdik. Arkadaşlarımla ara sıra kaçamak yapar, saklambaç, evcilik veya körebe oynardık. Bütün kış mevsimi hep kendir soymakla geçerdi. Kar kış demeden evin avlusunda titreye titreye soymak zorundaydık. Babam “Salıya en az yüz kilo tel yetişecek.” derdi. Elbiselerimiz incecik, üst baş desen yok, ayakkabı desen kara lastik. Sobanın başında bile üşürken, biz avluda veya evin önünde soymak zorunda kalırdık. Ayaklarımız karın üstünde sızım sızım sızlardı. Eve her istediğinde çıkamazdık. Babam evde sobanın başında keyif çatarken, biz üşüyüp çıktığımızda kızardı.
Her geldiğimizde yine o karanlık, şiddet dolu günlerin geri geldiğini biliyordum. Psikolojimiz yine bozulacaktı ve yine bütün hevesimiz kursağımızda kalacaktı. Gerçek olsun diye hep hayaller kurardım ama olmazdı.