“Mahalleye alışmıştı. Gözlerinin önünde sürü sürü uzayan şu evlerin hepsinin içini biliyordu. Burada her nevi insanlar vardı. Bu mahallede yüksek tabaka, orta sınıf ve halk tabakası, tıpkı birbirleriyle karıştırılmış, mahallenin muhtelif semtlerine atılmışlardı. Yüksek ve orta tabaka yan yana yaşıyordu.”
Peyami Safa’nın “Ömer Seyfettin’le beraber ilk sayılı hikâyecilerimizden biriydi,” dediği Selahattin Enis, hemen hemen tüm eserlerinde Osmanlı İstanbul’unun son dönemlerini ele alan, toplumsal ve ahlaki çöküşü gerçekçi bir yaklaşımla kâğıda döken, Türk edebiyatının unutulan ustalarından biri. Savaş yorgunu, toparlanmaya çalışan halkın panoramasını bir mahallenin sakinleri üzerinden çıkaran Mahalle de mütareke dönemine dair en önemli metinlerden.
Rüştü cepheden dönmüştür. Döner dönmez eski evine gidip ardında bıraktığı karısı ve oğlunu bulmaya çalışır. Ama evleri yanmış, karısı ve oğlu ortadan kaybolmuştur. Koca İstanbul’da akıbetlerini öğrenebileceği kimseyi de bulamaz. Sefil vaziyetteyken ona yardım eden polisler sayesinde Beşiktaş’ta bir mahallede gece bekçiliğine başlayıp hayata tutunmaya çalışır. Aklında sevdikleri, Rüştü bu mahallede olanlara ve insanların hayatlarına şahit olmaya başlar. Her biri yıkık bir imparatorluğun farklı sınıflarını temsil eden mahalleli, mütareke dönemi İstanbul’unu ete kemiğe büründürür.
Selahattin Enis’in kaleme aldığı son eser olan Mahalle, Servet-i Fünûn’da da yazıldığı üzere “edebiyatımızda realizmin bir şaheseri olarak daima yaşayacaktır.”
Serdar Soydan’ın önsözüyle