Madrid 1970-2000 Madrid ispanya`nın başkenti olabilir, ancak 20. yüzyılın uzun bir kesimi boyunca ülkenin mimari açıdan en ilginç yeri burası değildi. 19. yüzyıl sonlarından itibaren Barcelona ispanya`nın yaratıcılık önderi rolünü oynamış, endüstriyel üretkenliği ve aktif burjuvazisiyle, Madrid`i gölgede bırakmıştı. Başkent, yüzyıl başında hala çok belirgin bir Neoklasik çizgi ile temsil edilmekteydi. Art Nouveau da kente ulaştığında burada Barcelona`daki kadar çarpıcı izler bırakmadı ve oradaki kadar içselleştirilip yerli bir üsluba dönüştürülmedi. 1920`lerden başlayarak kentin fizyonomisinde Art Deco eğilimler güçlü biçimde hissedilecekti. Sadece bu bile Madrid`in radikal olmaktan çok, orta yolcu, öncü olmaktan çok, muhafazakar bir kimliğe sahip olduğunu kanıtlamaya yeter. Nitekim, ispanya içsavaşı çıktığında, Barcelona Cumhuriyetçi, Madrid ise muhafazakar eğilimli kentler olarak ayrışacaklardı. Aynı içsavaş kenti büyük oranda tahrip etti. Yeni Franco rejiminin faşist kimliği ise, yeni mimarlığın Modernist değil, yalınlaştırılmış bir Yeni Klasikliğe eğilimli olması anlamına geliyordu, ispanya`daki her şey gibi mimarlık da Franco sisteminin yıkılışı ve Avrupa Birliği`ne girişle birlikte değişti. 1980 sonrasında ülke yepyeni biryaratıcı hevesle Avrupa mimarlık sahnesinin başrol oyuncularından biri olmaya doğru evrildi. Madrid de bu gelişmeden payını alacak ve mimari anlamda atılım olanağı bulacaktı. Ancak, bugün de ispanya`nın en canlı mimarlık odağının Barcelona olduğunu söylemek Madrid`e haksızlık değildir.