“Lorî, Lorî, Lorî, Lorî yüreğim Lorî.”
Gölgesinde çocuklar avutulan bu ninni, bir halkın acılarını anlatan ulusal bir ezgi haline bürünmüştü. Acıları haritalara sığmayan bu diyarın ovalarında, başaklar bile artık “Lorî” diye büyür, dağlarından vadilerine doğru akan ırmaklar Lorî diye çağlar, semalarında uçan turna sürüleri hep bir ağızdan “Lorî” diye yol alırdı. “Lorî, Lorî, Lorî, Lorî; öz yurdunda yurtsuz kalmış yüreğim Lorî.”
Özlemleri nasır tutmuş anaların yüreğinden kopan bu Lorîlerle sarhoş olmuş, başını alıp kendini dağlara, yollara vurmuştu Rêwî.
Bu roman, Halepçe’de bütün ailesini yitiren Rêwî şahsında vatanı dört parçaya bölünmüş ve her dört parçada da aynı yazgıyı yaşayan kadim Kürt halkının mücadelesini, acılarını masalımsı bir ağıt şeklinde bize anlatır. Acılarından mecnuna dönen ve diyar diyar gezen Rêwî, yolculuk yaptığı her diyarda kendi acılarına benzeyen başka acılarla karşılaşır. 1915 Ermeni soykırımından kurtulan küçük Eva”nın hikayesi de o acılardan biridir. Korkusuzca geçmişiyle yüzleşen Rêwî artık gelecek için acılardan arınmış yeni bir umut peşindedir.