“Ellerin mektubu gelmiş okunur/Benim yüreğime hançer sokulur” misalidir “GÖRÜLMÜŞTÜR” damgalı mektuplar…
Heyecanla beklenir ve çoğunlukla tebessümdür tezahürü... Gelmeyince hüzün…
Bir de “limonlu mektuplar” vardır ki, mum alevinde verir ancak sırrını. Satır arası satırların sahibidir onlar.
Hayat denilen satrancın dönem şahları, vezirleri, filleri kimi kararlar iletir oradan...
Tanıksızdır limonlu mektuplar, iz bırakmaz… Adaleti de, zulmü de yargılanamaz belki ama sonuçları yüreğe işler.
Vicdan terazisine vurulur her şey. Sağalan ya da sağalmayan kimi yaraların failidir o mektuplar. Kapan(a)mayan hesaplar ise daima infial nedeni…
Artık şahidi kalmamış böyle bir infialdir aslında bu kitaba ismini veren…
Yaşamını vicdan siperlerine borçlu olanlar ile artık emperyal satrançların hamlecisi olanların ayrı yerlere savrulduğu şu hayat denilen satranç tahtasında…
Başka figürleri de vardır bu tahtanın…
Kimi 14 yaşında tabutlukları görmüş, kimi gece boyu kilometrelerce yüzmek zorunda kaldığı için hayat boyu bir daha hiç denize girememiş… Kiminin sahipsiz kalmış mezarına birkaç arkadaşı el atmış…
Unutulmuş hayatları yaşayanları da vardır bu satrancın…
Şimdi merdiven altı odalarda barınmak zorunda kalan bir zamanların efsane isimleri… Vaktiyle kitlelere haykırırken şimdi sadece kendine konuşan ve kimsenin ne mırıldanıldığını merak bile etmediği, Kanarya’da…
Ültimatom bildirilerinde dünyaya kafa tutan genç yüreklerin şimdi babadan kalma gecekondu köşelerinde yaşam tükettiği, Gültepe’de…
“Kahpe felek” deyimi tam da burada ete kemiğe bürünür sanki.
Anlaşılamamanın ve sahipsizliğin çaresizliğiyle intihara koşanların öyküsü de bu örnekler içindedir.
Çıkmakla çıkmamak arası kelimelerden oluşan kitapta “ol hikâye budur.”
Hüseyin IRMAK