Düşle gerçek arasında incecik bir çizgi var. Ne zaman düşte, ne zaman gerçekte yaşadığımızı çoğu kez ayırt edemeyiz. Masallara tutkumuz hep bu yüzden.
Lena’nın Masalı; küçük bir kızın mutsuzluktan mutluluğa, kimsesizlikten kocaman bir aileye geçmesinin dokunaklı ve içten serüvenini anlatıyor. Acaba düş olan hangisiydi? Bir çocuğun kalbine sığabilen kederleri mi, yoksa yağmur sonrası gökkuşağını anımsatan neşeleri mi?
İyilik hangi kalbe değse yumuşatır. İyi insanların kalpleri bereketli topraklar gibi yumuşacık ve üretken, kötü insanların kalpleri ise çorak topraklar gibi sert ve acımasız olur. Lena’nın Masalı’nda her iki türden kahramanlarla karşılaşıp aralarındaki devasa uçuruma şaşıracaksınız.
Anneler yuvalarımızın melekleri anımsatan dişi kuşlarıdır. Minicik kanatları ile üstümüze gölge olurlar, merhametli dokunuşları her türlü yaramıza şifadır. Onların kalpleri sırçadan bir köşke benzer, gerçek ferahlığa talip olanlar bu sırçadan köşkleri abad ederler. Lena’nın Masalı böyle diyor bizlere. İşitebilmek ve kabul etmek temennisi ile…