Türk Edebiyatının en çok okunan yazarı Sabahattin Ali ömrü yettiğince yazdığı eserleriyle, gerek yaşamı, gerek yapıtları, gerekse ölümü ile Türkçe yazarlığın simge isimlerinden birisi haline gelmiştir.
Kuyucaklı Yusuf romanı ile bir devri kapatıp, yeni bir romancılığın ilk örneğini açan Sabahattin Ali, zamanının en iflah olmaz muhaliflerinden biri haline gelmiştir. Özellikle Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin ile birlikte çıkardıkları Marko Paşa dergisindeki yazıları sebebiyle, yılları mahkemelerde geçmiş, kısa yaşamı boyunca üç kez mahpus edilmiştir ve ondan daha çok eser okuyacağımız zamanlarda ise, “faili meçhul” bir cinayete kurban gidip, henüz kırk bir yaşında iken kalleşçe öldürülmüştür.
Yalnız, gökyüzündeki yıldızlardan çayın dibindeki çakıllara, doğu tarafından kopup gelen bulutlardan batı tarafındaki denize kadar uzanan ve yayılan bu kocaman gecenin içinde, yapayalnızdı. Düşüncelerini hangi istikamete koşturursa koştursun, karşısına kimse çıkmıyordu. Şu anda, bu koskoca dünya üzerinde kendisini düşünen bir tek kişinin bile mevcut olmadığına o kadar emindi ki, acı bir kabadayılıkla kendisi de hiç kimseyi düşünülmeye layık bulmuyor; fakat bundan, sebebini anlayamadığı bir üzüntü duyuyordu. Acaba onu sahiden hiç düşünen yok muydu ve o hiç kimseyi düşünmemekte, kendini yalnız bulmakta bu kadar haklı mıydı?