Kuşbaz Tahir Efendi ince, uzun endamıyla bu dünyadan belki de hiç geçmedi. O hayalden bir adamdı belki de… Bir kadın, bir gece yarısı düşünde gördü onu. Sormadı, sorgulamadı, varlığından da asla emin olmadı.
Yitirilmiş yağlı boya tablolar gibi, elinden fırçasını düşürmüş gölgesiz nakkaşlar kadar hem gerçek hem de masaldı bu öykünün başkahramanı…
Kırılırken incecik, kristal peymaneler; acıklı bir nefesten değil özleminden titriyordu ney. Sarı tambura durmaksızın inliyordu, duymadık. Sakiler neşe dolduruyorlardı çayhanede, binlerce maskeleriyle ve biz hiçbirini, hiçbir çağda görmedik…
Nice ezenin nice ezilenle, nice iyinin nice kötüyle koyun koyuna yaşadığı bu anlaşılması neredeyse imkânsız mekânda bizler kendi öykülerimizi okuyup yazıyoruz durmadan ve dinlenmeden. Zaman aceleci fakat kıvranarak, akıp giderken avuçlarımızın arasından, hafızalarımızda tek sen kaldın ey hüzün…