Her yer kıyametin arifesi gibiydi. Etrafta yankılanan ses İsrafil’in üflediği sur sesine benziyordu. Hayatımda açtığım her kapı cehenneme açılıyordu. İçerideki gri karanlık, kötü şeylerin habercisi gibiydi. Hissettiğim korku gittikçe boğucu olmaya başlamıştı. Her şey beynimin içinde bir girdap gibi dönüyordu. Yarı açık olan kapıyı geriye doğru açtım ve o an bakışlarım bir anaforun içinde kayboldu. Karşımda çarmıha gerilmiş bir insan cesedi duruyordu. Bu korku sahnesinin karşısında iki üç adım geriledim, ilk başta peygamberin çarmıha gerilmiş resmi olduğunu zannettim . İyice bakınca bir kadın cesedi olduğu apaçık ortadaydı. İki eli yana doğru açılmış ve avuç içlerine kocaman paslı iki çivi saplanmıştı. Kafa derisi yeni yüzülmüş gibi gri saçları arasında kırmızımsı bir renk gözüküyordu. Ağız kısmı yarıya kadar açıktı. Derisi bedeninden tamamen soyulmuş karanlığın derinliklerinden geriye kalan kemik yığını hayaletler gibi dans ediyordu.
“Mezopotamya tarihi kanlıdır, ölümler bu coğrafyanın içinde vazgeçilmez gerçeklerdir. Bizler istesek de istemesek de bu ölümleri kabul etmek zorundayız. Ama bana sorarsanız ölüm, her yerde aynıdır sadece her bedende kendini farklı bir şekilde gösterir.”
“İnsanların olmadığı bir yerde her şey eksikti, her şey yarımdı. Hayata anlam katan tek varlık insandı fakat insanlığı yok eden yine insandı. Hayatın kanununda insanoğlu kural tanımayan tek canlıydı, bir amaç ve menfaat uğruna bütün değerleri ortadan yok eden bir yaratıktı.”
“Tanrının insanın duasına ihtiyacı yoktur.”