Kürek Mahkumu, masallarıyla oldukça acımasız ve günahkâr bir kitap. Anlatının gerçek zamanı dillendirilmese de, oluşturduğu paradigmalar birer geç Orta Çağ karakteristiği. Roman, vebadan ve Engizisyon’un paranoyak dindarlığından kaçan Johannes Ot’un yolculuğunun izini sürüyor.
Bu yolculukta, geçmişin davranış biçimlerinden, alışkanlıklarından kurtulma çabası da var. Donkişotvari bir macerayı kafkaesque bir varoluşçulukla tamamlayan Jancar, dikkatli okurun sevebileceği bir yapıt ortaya çıkarıyor. Kürek Mahkûmu‘nun hikâyesi hem uzak hem de tanıdık. Cümle seçimlerinin istikrarsız dengesi ve düzensiz akıcılığı ise okura edebi bir vertigo yaşatıyor. Avrupa coğrafyasının her noktasına ulaşabilen ve kolaylıkla zamanlarüstü bir eğilime sahip romanın içeriğinin bu başarısı, yayımlandığı dönemde -1980’lerin başı-, kritikçiler tarafından gözlemlenmişti.
Ayrıca birçok okur, Kürek Mahkûmu’nu Umberto Eco’nun magnum opus’u olan Gülün Adı ile karşılaştırmıştı ve Gülün Adı’nın popüler ışıltılarının, dokümanter özelliğinin karşısına Kürek Mahkûmu’nun sıkıca örülmüş yapısını, kusursuz işleyişini koymuştu. Birçok dile çevrilen, 2011 Avrupa Edebiyat Ödüllü Jancar’ın bu yapıtı, dünya literatüründeki yerini emin adımlarla sağlamlaştırırken, okuyanlar, hakkında şu cümleyi en başa almayı tercih ediyorlar: *Bu, hem klasik hem de çağdaş bir roman!*