Kesin ve herkes tarafından kabul görmüş bir tanımı yapılamasa da “zaman” insanın hem en büyük güç kaynağı hem de en zayıf noktasıdır. İlginçtir ki insan varmak istediği tüm yaşamsal hedeflere belirli bir zaman içerisinde ulaşıyorken, bir anlamda zamanı kendi hedefleri için kullanıyorken, diğer taraftan onu biriktirememekte ve onun tüketici, yıpratıcı, yok edici gücünün önüne geçememektedir. Bu bakımdan insan zamanın belirli bir süre için hâkimi imiş gibi görünse de son tahlilde onun mahkûmudur denilebilir. Zaman mefhumu pek çok karşıtlığı bünyesinde barındırmaktadır ve belki de bu yüzden insanlık tarihi boyunca zamana ve onun ürettiği tarihe birbirinden oldukça farklı anlamlar yüklenmiştir. İnsanlar zamanın mahiyetini tam olarak idrak edemedikleri halde onun hakkında düşünmekten, teoriler üretmekten kendilerini alamamışlardır. Geçmişin geri getirilemez, bugünün biriktirilemez, geleceğin bilinemez oluşu zamanın değerini ve gizemini arttırmaktadır. Zamana dair tüm düşüncelerin yalnızca zihinsel üretimler olarak kalmayıp, fertlerin ve toplumların tüm yaşamlarını belirlediği mâlumdur. Zaman mefhumuna dair söylenecek çok söz, üzerinde tartışılacak çok konu olmakla birlikte biz zamanın tek bir boyutuna; ona yüklenen farklı anlamlarla şekillenmiş tarih anlayışlarına ve bunların kültürel yansımalarına yer verip, söz konusu anlayışlara Kuran ayetleri ışığında üçüncü bir alternatif getirmeye çalışacağız. Tarihin mahiyetine dair geliştirilen farklı yaklaşımların aslında tarihin kendi içerisindeki sorulara verilen farklı cevaplardan beslenmekte olduğu ön kabulünden hareketle Kur’an’ın bu sorulara getirdiği cevapları bulmaya odaklanacağız. Böylece Kur’an’ın insan zihninde geliştirmeyi hedeflediği zaman tasavvurunun ve bu tasavvurla gerçekleştirdiği tarih inşâsının temel ilkelerini ortaya koymaya çalışacağız.