“Hayatımda ilk defa kumar salonuna ayak bastığım zaman oynamak ya da oynamamak konusunda tereddüt ettim. İçerisi kalabalık olduğu için rahatça dolaşmam da mümkün değildi. Gerçi yalnız da olsaydım, yine tereddüt ederdim; belki o zaman oynamadan giderdim. İtiraf etmeliyim ki kalbim çarpıyordu, rahat da değildim; bu Roulettenbourg şehrini terk edip gitmeden önce bir macera yaşayacağıma; orada benim içim bir dönüm noktası olacak bir şey yaşayacağıma çoktan beri inanıyordum. Rulete bu kadar güvenmek ne kadar gülünç olursa olsun, kumarda kazanmanın mümkün olmadığını düşünen çoğunluğun fikri bence daha gülünçtür. Oyun, para kazanmak için başvurulan diğer çarelerden, örneğin ticaretle uğraşmaktan niçin daha kötü olsun? Gerçi yüz kişiden ancak bir tanesi kazanır ama bu da o kadar önemli değil.
...
Yeşil renkli masanın etrafına üşüşen insanların hırslı ve tedirgin yüzlerini kastetmiyorum. Az zamanda çok para kazanma arzusu, bana hiç de tiksindirici bir şey gibi görünmüyor; “Oyun küçüktü,” denilince, “Daha kötü işte, demek ki daha çok kazanma arzusuna esir olmuşsunuz!” diyen, gelirleri de gayet iyi olan ahlak hocalarının fikirlerini hep anlamsız buldum. Sanki kazanmak istediğimiz şey küçük de olsa, büyük de olsa değişen bir şey varmış gibi.”