*Kül ve Nal*, Recep Yılmaz’ın betimleme yeteneğiyle bir anlatı şölenine dönüştürdüğü öykülerini içeriyor.
Yazar, sıradan, duyarlı insanın yaşamın süreğenliğinde nasıl da örselendiğini, bireyin toplumsal yabancılaşma sürecindeki sancılarını gözler önüne seriyor. İnsanın sınıfsal değer yargılarıyla arasındaki uçurumu ironiyle imlerken, aslında sıradanlığımızda saklı derin yarıkları, yalnızlığın insanı farklı arayışlara sürüklediğini anlatıyor. Çoğu kere yaşamın, kâbusla gerçek arasında, insanın merhamet duygusunu aşan ama insana özgü vahşiliklerle sürdüğünü, şehrin keşmekeşinde bunalan insanın kendine sığınıp içindeki gurbeti deşelediğini, aklın yerini içgüdüsel hırsların beslediği bencilliğin aldığını, bütün olumsuzluklara karşın hayatın şaşırtıcı şekilde küçük hazlar yaratarak doğal akışında sürdüğünü, bazen yalnızlığın hınzır uğultusunun insanı nasıl da uçurumun kenarına sürüklediğini işaret ediyor.
Betimlemeleriyle okuru alıp sürükleyen yazar, bu sefer bir manzara resmi çiziyor ve peydahlanan üç çobanın saflığında, doğanın kendi uyumlu işleyişini gözler önüne seriyor. Bir güz gününün sıla gezmesinde geçmişin acılarına gidiyor, çocukluğundan bir kesiti hüzünlü bir duyumsamayla anlatırken aslında bugünü yargılıyor. Öğrenimle kentli olmuş insanın bunaldığında çocukluğunun düşsel denebilecek doğasına sürüklenişini, baskıcı ortamın kendi içinde nasıl da gürbüzleşerek tiksinç bir hâl aldığını, geçmişin izlerini silmenin bazen olanaksız olduğunu, yoksulluğun çaresizliği doğuruşunu, çaresizliğin olmaz yollara sürükleyişini çarpıcı bir kurguyla duyumsatıyor.
Recep Yılmaz, Kül ve Nal’da yer alan öykülerinde, duygu ve düşünce dünyamıza girmekle kalmıyor, duygudaşlık kurarak kendi öykülerimize sürüklenebileceğimiz bir serüvene çağırıyor.