Birisi kapı üstündeki küçük açıklıktan beni gözlüyordu. Hissiz, donuk ve sönük bakışlardı bunlar. Gözlerimi çevirip, sırtımı duvara döndüm. Demir ökçeli ayakkabıların çıkarttığı sesler uzaklaştı. Yaramazlık yapamayacağımı anlamış ve rahatlamıştı herhalde. Ah canının istediği gibi yürüyüp, istediği yere gidebiliyordu o. Acaba bütün bunların ne kadar kıymetli şeyler olduğunun farkında mıydı? Açık hava, aydınlık güneş, çiçek açmış kiraz ağaçları, rüzgârda hışırdayan kavak yaprakları, toprak ve su. Ve karıncalar... Hiç kimse karıncaları merak etmiyor, çocuklardan başka. Yuvaları başına oturup onları seyretmeye kimsenin zamanı yok. Sabah erkenden işe gidecekler, hep aynı vidayı, aynı yöne doğru sıkacaklar. Yolları sayısız otomobil dolduracak. Köprüler, tren rayları, yüksek apartmanlar, parlak camlı dükkânlar...