Büyük dedesinin köyden ayrılma sebebini öğrenmeye geldiği bu köyde daha önce, hiç duymadığı, hiç bilmediği nice acıklı hikâyeler dinlemişti. Köyde kadın olmanın manasını, daha doğrusu manasızlığını görmüştü. Kadınların savrulan hayatlarını, ezilmişliklerini, yok sayılan hayallerini, bunların sorumlusu olan ve kadınlara hiç gülmeyen kaderi tanımıştı köyde.
"Ana, sen hep diyorsun ya `ah şu kaderin gözü kör olsun` diye."
"He."
"Nerde bu kader? Niye hep bizim kötülüğümüzü istiyor? Niye bu kadar insan ah ediyor da hala gözü kör olmuyor? Gözü kör olursa kızlar sevdiklerine varabilir değil mi?"
Fadime eğer bir gün kaderle karşılaşırsa `kadınlarla ne alıp veremediğin var` diye sormak istiyordu. Kadın bir ömür dayak yer kader, tecavüze uğrar kader, mukadderat, alınyazısı. Buralarda kader insanın yüzüne çok az gülerdi ama kadınlara asla!
Burası köydü. Okulun olmadığı, cehaletin kol gezdiği, erkeğin egemen olduğu, kadının adının olmadığı yerin adıydı. Ve anlamsız her şeyin adı, kadına zulmün, horlanmanın, dışlamanın, ötelemenin adı kaderdi burada.
"Yakışıklı kavalyem benim. Bir gün okumak istersen şehre, benim yanıma gel. Cehalet senin kaderin olmasın. Sen iyi bir çocuksun Ali. Eğer okursan bütün bu insanların, özellikle de kadınların kaderini değiştirebilirsin. Unutma, burada kadınların, insanların çektiği acı, ızdırap kaderden değil, cehaletten. Eğer cehaleti yıkabilirsek o zaman kaderimizi değiştirebiliriz."