“Köşe Taşları” kimin yok ki!
Yazmak kolay değil, insanı yazmak hiç kolay değil. İnsanın, insanlardan oluşan kendi köşe taşlarını yazması da maharet gerektirir. Gürsel Koyuncu’ nun “Köşe Taşları”, aslında insanı yazmış; yetmemiş, unutulan bazı tarihi hakikatlere -mesela Balkan acısını, Cumhuriyetin ön sözü Çanakkale’yi hatırlatıp pencere açmış. “…Köyden asker olarak 76 genç çıkmıştı; sağ ya da gazi olarak dönenlerin 6 veya 7 kişi olduğu…” “…Ot bulup pişirip yiyoduk. Sonra kar yağıvedi, ot bulamaz olduk; ölen hayvanları yedik…” “…Tahdelbahirler(denizaltılar) koşmaya başladılar, zırhlının etrafında Oraya bir ak köpük dikilivedi, böyle sabun köpüğü gib . Zırhlı görünmez oldu. Sonra görmeye başladık biz. Asker saçılıyor, kayboldular gittiler. Ordalardı işte! Gözümle gördüm, gözümle gördüm...” Okuduğum bazı Köşe Taşları, Cumhuriyetin isimsiz kalmış ilk kuşaklarıydılar; bir Mayıs sabahı alacakaranlığı gibi, bir Temmuz akşamüstü meltemi gibi, bir sert sam yeli gibi gelip geçtiler. Güzellikleri, zaafları, acıları, sevinçleri v.b. duygularıyla insanın yazıldığı Köşe Taşları hikayeleri, hayat gailesine kapılmış 21.yy insanın, çok zaman fark edemediği ve önemsemediği, hemen çevresindeki insanları anlatıyordu. Bir gencin içindeki cevheri keşfeden Bakkal Nuriler artık yok! Mustafa Nadir gibi şiiri bestelenen, daha talebeyken ansiklopedilere giren, parmaklarını yaşamın taşlarına geçirerek okuyan üniversite öğrencisi… Diplomasız mucit Karabıyık Hüseyin gibi tuttuğunu koparan ilk mektepli köylü… Hayali ömrüne sığmayan Burhan gibi sevdalı şahsiyetler de o sevdalar da artık yok! Aslında onlar, salt Gürsel Koyuncu’nun değil, hayatın heyhulasına kapılmış bizlerin Köşe Taşlarıydı. Hikâyeler, sanki benim de Gaziantep’te, Ankara’da, Çanakkale’de rastladığım şahsiyetlerdi, ama Gürsel Koyuncu yazmıştı. Hayat hakikatinde, kimin Köşe Taşları yok ki!
Mustafa ATMACA