Bundan yıllarca önce, Sivas’ta her zaman misafirlerle dolup taşan koskocaman bir konak vardı. Buraya her gelen en güzel şekilde ağırlanır, yardım isteyen hiç kimse geri çevrilmezdi.
Bu konağın beyi Yusuf Ağa, oğlu Ali ve hanımıyla birlikte mutluluk içinde yaşardı. Ali, on beş yaşına bastığı sene, kış mevsiminde yağmur ve kar yağmadı. Kuru soğuk, Sivaslıların ellerini, dudaklarını çatlattı.
Yaz gelince, Sivas müthiş bir kıtlıkla avruldu. Günler geçtikçe Yusuf Ağa’nın konağında da dolaplar, kilerler kurudu. Yiyecek bir lokma kalmadı.
Sivas’taki erkekler, iş bulmak için, başka illere gitmeye başladılar. Yusuf Ağa da böyle yaptı.
Şehir gözden kayboluncaya kadar, ardına baka baka gitti. Tepeyi aşacağı sırada ise son bir kez geri dönüp memleketine baktı