Her cesaret gösterisinde, duymak isteyenler için derinlerden tiz bir feryat yükselir: Korkuyorum, korkuyoruz!
Yirmi yaşındaki Jean Dartemont, cephede savaşmak üzere orduya katılmaya karar vermiştir, zira kimsenin dilinden düşürmediği bu "maceradan" uzak kalmak istememektedir. Gerçeğe gözlerini kapatan, belki de başka çaresi olmayan; tamtamların sağır edici gürültüsünde süslü sözlerin inkârcılığına sarılan toplum için bir tür maceradır bu; adını ise ağır masaların ardında oturan beyler koyar. Oysa hakikat tüm dehşetiyle ortadadır: "Tüm savaşların sonunu getirecek o savaş", amansız bir kıyım, hiç bitmeyecek gibi görünen bir çiledir. Cephe gitgide genişleyen bir mezarlık halini alır, halk ve devlet büyükleri kahramanlarıyla övünüp dururken Jean, kendisinden beklenenden farklı bir cüretkârlık gösterir ve yasaklanmış o duyguyu dile getiren neredeyse tek kişi olur: Korkuyorum, korkuyoruz!
Gabriel Chevallier`nin savaşın yıkıcı içyüzünü anlatan antimilitarist romanı Korku, John Berger`ın önsözünde belirttiği gibi: "Bu bir kitap ama sayfasız. Neden oluşuyor peki? Bir sesler korosu; öfkenin, acımanın ve ertelenmiş umutların insanın üzerine çığ gibi düşen bir korosu."