Zaten her şey bir bakkalın sinek avlamak yerine kitap yazmasıyla başlamıştı. Aradan altı ay gibi bir süre geçmişti. Artık mevsim kışa dönmüş, soğuk hava şiddetini iyice arttırmıştı. Havanın soğukluğu çivilerime kadar işlerken tahtalarımı da zangır zangır titretiyordu. Ahşap duvardaki sararmış takvim yaprağı 27 Mart 1930 tarihini gösterse de 23 Aralık 1965 tarihinde olduğumuzu çok iyi biliyordum. Aradan onca zaman geçmesine rağmen bu takvim yaprağının sırrını çözebilmiş değildim. Nitekim bunu öğrenebilmem için onun içime uzanmasını beklemekten başka çarem yoktu.
Ve işte o gün…
Ben, Dilsiz Kaptan’ın beni parçalayıp yakacağını düşünürken sürekli okumakta olduğu kitabı eline alarak içime uzanmıştı.