*Genç kadın düştüğü yerden kalkarak tekrar koşmaya çalıştı, sürülmüş tarlanın keseklerinden dolayı bir kez daha tökezleyerek yüzükoyun toprağa kapaklandı. Bu kez biraz biçimsiz düşmüştü ki, dizlerinde sızlama hissetti. Dizlerinin, kesin soyulduğunu ve kanıyor olabileceğini düşündü lakin bakmadı, daha doğrusu bakamadı. Zaten, bakacak zamanı da yoktu. Çocuğunun kolundan yakalayarak hızla yanına çekti. Sırtını, geldiği tarafa vererek dizlerini kıvırdı, ağlayan çocuğuna kendisini siper ederek, kollarıyla onu sardı. Bir yandan onu öperek, okşayarak susturmaya çalışırken, bir yandan da yan gözle arkaya bakıyor, kendilerine bir merminin gelip, gelmediğini görmeğe çalışıyordu. Siyah çarşafın eteğiyle, kıvrılmış ayaklarını hızla örttü, çarşafın üst kısmıyla da çocuğunun üzerini kapattı. Mümkün olduğu kadar hareketsiz kalarak, öldü görüntüsü vermeye çalışıyordu. Yanından perişan bir vaziyette insanlar, yarı koşmaya, yarı sürünmeye devam ediyorlardı. Aslında, o kalabalıktan ayrı düşmek de istemiyor, onlarla birlikte hareket etmeye çalışıyordu.
Tekrar ayağa kalkmaya yeltendi. Ayak bileğindeki dayanılmaz ağrıyla olduğu yerde kalmayı sürdürdü. Herhalde ya kırıldı ya da incindi diye düşünürken, içinden, *Allah’ım yardım et! Çocuğumu kurtaracak kadar bana güç ver! O, daha hayatı bile tanımadı. O, çok küçük!* diye mırıldandı.
Arkadan gelen insan seli çok fazlaydı. Onların hepsi bitene kadar ben de biraz nefesimi toplarım diye düşündü. Yeter ki silah sesleri son bulsun istedi.*