Bir zamanlar sağın ve solun bir anlamı vardı. Ve sağ ile sol hiç bu kadar içiçe geçmemişti.
Ulus devletin sonu ve globalleşmenin dayattığı en büyük tehlike olarak gördükleri AB üyeliğinin engellenmesini, bir “İkinci Kurtuluş Savaşı” hüviyetine sokan “Kızıl Elma Koalisyonu” bu uğurda, eskiden can düşmanı oldukları politik oluşumlarla ortak hareket edebilmekte, hatta aynı çatı altında toplanabilmekte, birbirlerinin gazete ve dergilerinde yazılar yazmakta, ortak konferanslar, mitingler, yürüyüşler tertiplemekte, hatta ve hatta birbirleriyle birleşmeyi dahi denemektedirler. Peki, sağın ve solun uçları nasıl bu kadar kolay buluşup kaynaşabilmektedirler?
Kadim düşmanların dost, kadim dostların ise düşman olduğu bu ittifakta anahtar kavram milliyetçiliktir. Gerçekten de globalleşme ulus devleti belirli bir politik krizin içine sokmakta, onu olmazsa olmazlarını paylaşmaya ve hatta bir kısmından vazgeçmeye zorlamaktadır. Türkiye kontekstinde bu çatışma en keskin ifadesini AB’ye üyelik sürecinde buldu ve bu süreç kaçınılmaz olarak karşı milliyetçi tepkiye yol açtı. Ulus devletin yok oluşu olarak gördükleri bu süreci engellemek, artık sağ ve sol milliyetçiliklerin ana hedefiydi.
Sonuç ne olursa olsun, 2000’lerin Türkiyesini doğru anlamak için milliyetçilik küreselleşmecilik ayrımı, klasik sağ-sol ayırımından çok daha fonksiyoneldir.