Hayat, durgun bir deniz değildir. Dalgalar boyumuzu aşar çoğu zaman. Fırtınalar vurur, rüzgârlar savurur. Martılar ölür tam üzerimizde. Yosun tutar kayalıklarımız. Çoğu gün anaforların, girdapların içinde, tam bir pusun ortasında, derin bir kıskacın cenderesinde ezildikçe ezilir benliğimiz. Ama kavga da var, mücadele de var, nasırlaşan sularımıza can suyu katmak da var. Fırtınaların getirdiği yağmur, sonunda rahmete de dönüşür. Balıklar oynaşır ümitlerimizde, fenerler göz kırpar yeniden. İnsan olmanın doğası, her gün ölebilmek ve her gün yeniden doğabilmek aslında. Maviye dönebilmek, göğü kucaklayabilmek. İnsan olmanın doğası, koca bir denizin fıtratında saklı; gel-gitlerinde, akıntılarında...
*Kıskaç* insan olmanın doğasının kitabı yani. Toprağın, adaletin, umudun, aşkın ve hep yarım kalmışların... Eksik yaşayanların bütünlendiği bir coğrafyada, sıkışmış kalmış büyük iç denizlerin ifadesi... Mertlik ile namertliğin keskin çizgilerinde, kalmak kadar zor, gitmek kadar imkânsız hayâtların ifadesi...
Kurgunun dik âlâsında, gerçeğin ta kendisi...
Bir aynaya bakıyorsunuz, isli ve hırçın bir aynaya. Aynadan akseden sizsiniz sadece. Sizin hayatınızın izdüşümü her bir satır. Sizin burukluklarınız, sizin düşmanlarınız ve sizin tercihleriniz.
Kara kışa inat, boy veren kardelen sizsiniz. Zemheriye efelenen, tipiye hiddetlenen sizsiniz. Bu aslında sizin hikâyeniz; babanızın, oğlunuzun kaderi. Akrebin kıskacında yoğrulan kederinizin kaderi. Siz aslında bu aynada kendinizi izliyorsunuz; satır satır, cümle cümle... Kıskaç, dünyanın her yerinde, farklı şekillerde, aynı kapana tutulmuş sizlerin hikâyesi...
Kurgunun dik âlâsında, gerçeğin ta kendisi...