Küçük çekinik adımlarla, gülümseyen yüzü ile başlar sizi damla damla doldurmaya. Seyrinden, o net duru sesinden ruhunuz dinginliğe, sonsuz bir huzura doğru yolculuğa çıkar. “Oh!” dersiniz telaşenin ortasında. Bazen tek tek sayarsınız, bazen öylece seyre dalarsınız. Aceleci bir ruh hâline sokar kimi zaman sizi. Elinizi, ince ince üşümesi pahasına uzatırsınız ıslaklığın kokusu parmaklarınıza takılsın diye. Yaprakların da aynı şeyi yaptığını görür, gülümsersiniz. Ama yaprak tarçınsı, eliniz hüzünlü kokar yağmur suyunda.
Gözünüzü ayıramaz beklersiniz başında “Hadi toparlan; bir damla daha…” dersiniz. Koca bir damla olarak gelirse ne ala keyifler, küçücükse irkilir azaldı mı sonu mu geliyor diye düşünürsünüz.
Tam bitti der arkanızı dönersiniz, yumuşak bir tıp sesi duyar neşeyle başınızı çevirirsiniz.
Göldür artık o, buharlaşır uçar ama yağmur olup damla damla yine yağar yamacınıza, serin bir nefes gibi çöker.
Ama damla bu, belli mi olur. “Ya biterse?” der, yine de hep aynı umutla bekler. Nihayetinde hep aynı heyecanla mutlu olursunuz.
“Ne hoş bir isim koymuş sevgili Göktan kitabına. Damlasıyla, damarında akan kırmızının hararetiyle, maviliğin uçsuz bucaksız ışığının umuduyla daim olsunlar.
Sayfaları açtıkça görüyoruz ki bir şehrin yağmurunu özler gibi yalın bir hüzünle akıtmış koca koca yıllarını kâğıda. Yaşamla arasına giren kalabalıkları, yalnızlıkları, kahramanları, vefayı, vefasızlıkları iç döker gibi saçmış ortalığa. Kendinden içre kendi olan cantanesi ile sohbetlerini uzaktan izletmiş bize. Sıradan kelimelere anlamlar yükletmeyi başardığı kitabıyla kendisine yazın dünyasında başarılar diliyorum.”