O gece yattılar. Mustafa yine her günkü saatte kalktı, hazırlanıp çıktı. Havanın dünkünden farkı yoktu. Arabayı çalıştırıp avludan çıkarken kafası karmakarışıktı. Bir yanı "Jandarmaya gitmelisin" derken, diğer yanı, "Hele birkaç gün yat kulağının üstüne, bekle." diyordu.
Köyden çıkıp, yokuş aşağı ilerlerken, sanki bir yerlerden birileri çıkacak, kurşun yağmuruna tutacakmış gibi geliyordu. Dün gece bir şeye çarptığını zannettiği yere gelince, hiç istememesine rağmen durup indi. Eline el fenerini aldı, şarampole doğru tuttu. İki taraftta gidip gelerek her yere dikkatle baktı. Ne bir fren izi, ne bir kan lekesi, hiçbir şey göremedi. Hatta yoldan çıkarak çamların arasına bile baktı. O kadar korkuyordu ki, elinde tuttuğu feneri düşürecekti neredeyse. On dakika kadar aramasına karşın bir şey bulamayınca, içi rahatlar gibi oldu. Acaba dün gördükleri bir hayal miydi? Hani olur ya, insan bazen güpegündüz bile olmadık şeyleri, varmış gibi görebilirmiş. İyi de, silah seslerine ne demeli? Onlar da mı hayal?