Mö 8000’lerde Yakındoğu’da bir mucize olarak ortaya çıkan kilim, Balkanlar’dan Çin’e kadar neredeyse bütün toplumları etkiledi. Otuz yıllık karşılaştırmalı araştırmaların ürünü olan bu eser, ilkel animizmden miras kalan kilim sembolizmini gözler önüne seriyor.
Gezgin-yazar Jacques Lacarrière’e göre“Kilimler, bir manzara, bir bitki, bir hikaye ya da korku ve arzuları içeren ortaçağ armalarını andıran bir semboller dünyasına aittir. Motiflerinde ölüm korkusuna, doğurganlık arzusuna rastlanır.
Toprağın bereketine, kadının doğurganlığına, ruhların ve gökyüzünün himayesine, bitkiler ve hayvanlar aleminin hoşgörüsüne, sessiz yakarışlar okunur, neredeyse duyulur. Bereketin sürekli tehlikede ve açlığın kapıda olduğu, maddi açıdan zayıf ve çetin olan bu dünyada fakirlik, simgelerin zenginliğiyle telafi edilmektedir. Gülden yıldızlara, kurttan ejdere karşımızda Anadolu’nun göçebe topluluklarının yaşamsal simgeleri vardır. O topluluklar ki, basit bir yapağıdan yola çıkıp yazgıya karşı bu ipleri, bu dokuları, koruyan ve bilgelik içeren bu figürleri ortaya çıkarmayı bilmişlerdir.”