Hepimiz bir ayrılığın eseriyiz ve hiç tatmadığımız o vuslatı bekleriz. Bu, fânî mahlûkun mutlak sonudur ve bu işin tek teskin edici tarafı vadesinin dolduğu günün vuslat olarak anılmasıdır.
*Peki ya biz niçin buradayız?*
Bu soru üzerine heybemdeki fikirlerle çıktım yola fakat yine önüne geçilemez birçok efkâra çıktı yolum ve sorular hep soruları kovaladı kafamın sessiz sokaklarında. Menzile varıp bir nefes durduğumda semada şu iki kelimeyi okuyordum: Kendini Aramak...
Öyle ya mademki aynalardan başka varlığıma bir delilim yoktu, ben de her şeyden önce kendimi arayarak başlamalıydım. Hem, demiyorlar mıydı büyükler *kendini bilen Rabbini bilir* diye?
Hâl böyleyken çıktığım o yoldan dönmedim ve gördüğüm her nesnede bir eser arıyorum kendimden. Bir kırkbeşlik plağın cızırtısında arıyorum sesimi, bir kaldırım taşının arasında arıyorum bedenimi. Bir bağ bozumu heyecanıyla koşuyorum gri tüylü kargaların peşinden. Fakat bana dair bir iz bulamıyorum.
Sahi yeri gelmişken: *Beni göreniniz var mı?*