İşte ben (Bana ister Mary Beton deyin, ister Mary Seton ya da Mary Carmichael, ya da ne istiyorsanız onu hiçbir önemi yok), bir-iki hafta kadar önce, güzel bir Ekim günü, bir nehrin kıyısında oturmuş, düşüncelere dalmıştım. Boynumdaki şu dediğim tasma, kadınlar ve kurgu, her türlü önyargıyı ve arzuyu harekete geçiren bir konuda sonuca varma ihtiyacı, başımı öne eğdiriyordu. Sağımdaki solu mda ki altın ve kızılımsı çalılar ışıl ışıl parıldıyordu, hatta ateşin sıcağından kavrulmuş gibiydiler. Kıyının az aşağısında, salkım söğütler sürekli bir yas halinde ağlıyorlardı. Nehir; gökyüzünden, köprüden ve yanan ağaçlardan seçtiği parçaları yansıtıyordu, kürek çeken üniversiteli genç kayığıyla aralarından geçtikten sonra bu yansımalar, o genç oradan hiç geçmemiş gibi tekrar bir bütün oluyorlardı.