Gün geldi Balkanlardan bir pencere daha açıldı benliğime. Bu sefer nasibim Bosna’nın taşrası Zenica’ydı. Kucağını açtı bana ve hızlandırdı kendime yaptığım yolculuğu bu mütevazı Balkan kasabası. Düşman çizmesine tahammülü olmayan fakir ama onurlu bir dosttu Zenica. Kendi halkına da kucağını açmış,düşmana karşı topraktan, kayadan, ağaçtan siper olmuştu bu gösterişsiz mekan.
Yollar Balkan’dan Avrupa’ya meyletti çok geçmeden. Üçüncü kuşatmayı yaşattık Viyana’ya. Viyana Tuna ile bir başka güzeldi, bir başka akıyordu. Sonra Almanya’yı ve dahi Paris’i dahil ettik bu çemberin içine. Bu şehirlerden aldığımız ders niteliği taşıyan ibretlere hikmet elbisesini giydirerek karşınıza çıkma cesareti gösterdik.
Gönlümüzün feryadına ses bulmaya çalıştık. İçimizde hiç susmayan gurbeti, dinmeyen sızıyı Türkçe ile avutmayı denedik. Bu yüzden bazen yalnızlığın uğultusu sindi imgelere, bazen yağmurun sesi, bazen de toprağın kokusu. Şükür ki hiç eksilmedi üzerimizdeki mavi gök.