Medeniyet insanlığın en karanlık hali midir? İlkel olanın uygar ve ideal olan karşısında var olabilmesi mümkün müdür? İki ülke sınırı arasında, saklı bir vadide yaşayan, gözlerden ırak, unutulmuş bir halk yüzyıllar sonra *modern* toplum tarafından keşfedilirse ne olur?
İnsanın doğa karşısında hayatta kalma mücadelesini, dil yitimini, ilkelin saflığını, modern ahlakın kirlenmişliğini, medeniyetin acımasızlığını distopyanın kurgusal dünyasında yeniden kuran Kelime Kabukları, çağlar boyu sürecek bir insanlık imkanının peşine düşüyor.
Kollarını iki yana açtı. Yüzüne düşen iri damlalar gözyaşlarına karışarak yamaçtan dereye doğru akıyordu. Bakışlarıyla anlatmak istiyordu isyanını, gökyüzünün koyu gri sonsuzluğuna. Bu beden kaç kişilik acı çekmişti ve daha ne kadarına dayanabilecekti? Yeryüzündeki acıları, neden hep belli bir sınıf üstlenmek zorundaydı? Cevabı, sorusundan daha yakıcı olan ifadeleri, ilkçağ ve modern dönem tanrılarının yanıtlaması için atmosfere savurup durdu bir süre. O sırada bütün tanrılar susmayı tercih ediyordu veya hatrı sayılır kullarının dertleriyle meşgullerdi.