…Batı tepelerinin üstüne düşen güneş artık yavaş yavaş çekiliyordu. Gözleri karşı dağlarda durmuştu. Hiç konuşmadan yürümeye devam etti. Sıcaklık giderek kayboluyor, yerini hafifçe hissedilen serinliğe bırakıyordu. Amed akşamlarının serinliğini şimdiden özlemeye başlamış ve arıyordu. Az sonra daha önce kalmış olduğu Dersim Dağlarının esintisini anımsatan bir serinlik iyice kendini hissettirmeye başladı. Sararmış hazan akşamlarına karşın doğa giderek eski canlılığına kavuşuyordu. Akdağ’da sonbahar çiçekleri renk kazanıyor, bülbüller ak kayalıkların üstünde en güzel ezgilerini seslendiriyorlardı.
…Gün batıya kaydı, gölgeler uzanıp yeşil ormanın üstünü örttü. Güneşten sadece ufukta beliren bir kızıllık kalmıştı geriye…
…Bir kelebek geldi dizinin üstüne kondu. Bu aylardır arayıp da bulamadığı mavi kanatlı kelebekti. ...
Dersim’de, Amed’te Erzurum’da ve en son Akdağ’da az mı düşmüştü bu mavi kanatlı kelebeğin peşine…
…Kelebek parmağına tırmanıp yukarı çıktı. Ellerini kaldırdı, gözlerine yakınlaştırdı ve yakından baktı. Kelebek durmadan kanatlarını açıp kapatıyordu… Axîn, Melsa, Dilovan, Jiyan ve Hêvidar… “Kelebek ömürlüler” dedi içinden. Bunu der demez de boğazı düğümlendi. Tüm bedeni titriyordu. Yüreğine inmiş olan kramp acıya dönüşerek kasıyordu bedenini ve ruhunu. Acısı sıklaştıkça gözlerinden akması gereken damlalar tek tek damladığı yüreğini yakıyordu. Gözlerini açtığında kelebek artık yerinde yoktu. Bir kez daha yalnızlık duygusunun pençesindeydi…