“Münevver titreyen elini yavaşça onun eline bırakıverdi. Elini sımsıkı kavradı eli. Sıkı ama nazikçe. İncitmemeye özen gösterir gibi. Üstelik bu ayaz kış gününde, nasıl olabiliyorsa sıcacıktı elleri. Yumuşak, güven verici.
Başını kaldırdı, baktı Münevver. Göz göze geldiler. Kehribar rengi gözleri vardı!..” Aşk biraz kehribara benzer aslında. Bir ağacın özsuyu gibi insanın doğasında vardır. Reçine diye yüzüne bakmadığımız o şey, yıllar boyunca binbir mevsimi yaşar, en sert rüzgârlarda savrulur, en vahşi yağmur taneleriyle dövülür, en sıcak güneşle ısınır, en soğuk karla kaplanır. Sonunda ise şahane bir renkte çok değerli bir taşa dönüşür. Adına o zaman kehribar derler. Aşkın kehribar hali herkese nasip olmaz. Çünkü sabır gerektirir. Emek gerektirir. Hoşgörü gerektirir. Vefa gerektirir. Reçineyi mücevher yapan zorlu süreçte ellerinizi sımsıkı kenetleyip durabiliyorsanız eğer, boynunuza kehribardan kolyenizi ışık ışık bir nişan gibi takarsınız. Kehribar aşkın ta kendisidir...