Çıplak ayaklarıyla dağlara doğru yürümeye başladı kadın. Yaşı epeyce vardı. Alnında, eski Munzur’un her köşede bıraktığı kavislerin izi duruyordu. Kıvrımların her biri derine saplanmış hançer gibi yürekte biriken acıların tasviriydi. Sol gözünün altına yaptığı üç yıldız dövmesi, aşiretinin bin yıllık simgesiydi. Dağlara doğru yürüyordu, ayağında tahta pabuç bile yoktu. Devrin ışıkları çoktan sönmüştü. Besbelli, ışığın yerini bitki bitmeyen çöl dağları kaplamıştı. Kadının sol elinde sıkıca tuttuğu yükü, çokça ağırlık yapıyordu kendisine. Bu, ağır bir yüktü gerçekten. Dağlar, çürümüş tepelerden oluşuyordu. Toprak ve tozdan başka bir de çıplak kayalıklar vardı. Bazen belli belirsiz mağaralar göze çarpıyordu. Zirveler, siyahlaşmış kayalardan oluşuyordu. Ağaç bitmez kuş geçmez olmuştu. Nedeni bilinmez bir hiçlik sarmalı vardı.