İzmir’de yaşayan mali müşavir Halil Rüzgârlı’nın kayboluş hikayesi, 26 Aralık 2018 sabahı çevresinde olup bitenleri yıllar sonra fark etmesiyle başlıyor: “Baktığım hâlde yıllardır hiçbir şey görmüyordum, bu durum kimse için şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan çevremde olup bitenleri yıllardır görmemem değildi;
yıllar sonra bu sabah yeniden görmeye başlamamdı.” Romanın iç içe geçmiş hikâyelerden oluşan kurgusu merak duygusunu hep canlı tutuyor; Müjgan’ın yıllardır görüşmediği annesinden aldığı mektupla Londra’dan başlayıp İstanbul’a, Halil’in İzmir’den başlayıp Marsilya’ya uzanan yolculuğuna yazarın zaman zaman şiire varan dili eşlik ediyor. Şehrin boğuculuğuna, sıradan hayatlarımıza, bakıp görmediklerimize sarsıcı bir bakış... * * * “O sabah anladım birbirinizi arıyordunuz, birbirinizi arıyordunuz ama birbirinizi henüz tanımıyordunuz. Bu saçma sapan görünse de böyleydi; dokunmam imkânsızdı. Bu aşkı Petra’mın mezarına benim görmem için kader koymuştu. İzlemekten başka elimden hiçbir şey gelmezdi. Karşılaşmanızı beklemek zorundaydım…” “Birbirinizi görmeden, karşılaşmadan aynı bankta, farklı zamanlarda aylarca oturdunuz. Altı ay boyunca balkonda oturup sizi izlediğim hâlde beni görmediniz. Aşkı ve insanı yeniden keşfettim. Öfkem dindi; kendimi, tüm insanları affettim…”