13 yaşındayken dünya öğretmeni seçilen Krishnamurti, hayatını dünyayı dolaşarak, insanlarla yaşama ve dünyaya dair konuşarak geçirdi. Kendisine mesihlik yakıştırılmış olmasına rağmen bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Onun için, karşılaştığı herkes başlı başına bir *birey*di. Bu nedenle öğretmekten çok paylaşmayı ilke edindi. Yine de dünya üzerindeki milyonlarca kişi ondan çok şey öğrendi.
Eğer özgür değilsek sevebilir miyiz? Kıskanıyorsak, sevebilir miyiz? Korkmuşsak, sevebilir miyiz? Ya da işimizde kendi küçük hırslarımızın peşinde olup da eve geldiğimizde *Seni seviyorum hayatım* demek sevgi mi? İşimizde gaddar ve hilekârız, evde uysal ve sevgi dolu olmaya çalışıyoruz, bu mümkün mü; bir elle öldürmek, diğeriyle sevmek? Hırslı insan hiç sevebilir mi? Bütün bunları ve toplumsal ahlakı kabul ediyoruz; halbuki tüm benliğimizle toplumsal ahlakın tamamını reddettiğimiz takdirde, gerçekten ahlaklı oluruz ama bunu yapmıyoruz. Bizler toplumsal ve ahlaki olarak saygı görüyoruz, bu nedenle sevginin aslını bilmiyoruz. Sevgi olmadığında ne gerçeği bulabiliriz ne de Tanrı’nın gerçekte olup olmadığını anlayabiliriz. Sevginin ne olduğunu; geçmişin her şeyine, cinsel veya başka türlü bir zevkin bütün imgelerine son verdiğimiz zaman anlayabiliriz. O zaman erdemi ve ahlakı içeren sevgi ortaya çıkar, ancak o zaman bu ölçüsüz şey varlık kazanarak gerçek olur.