*Kuzguncuk yönünden gelen Boğaziçi vapuru, İstavroz burnundan aniden çıkıverince, iyilikçi bir hayalet görmüş gibi sevindim. Vapurun büyüyerek süzülen tombul gövdesi, suyun hışırtıları, uskurunun biteviye ve tok vuruşları içinde yalpalıyarak, küçük iskeleye kayar gibi yaklaşıyordu. Kıyıyı sevgi öpücükleriyle ıslatan minicik dalgalar vapurun itişleriyle önce bir süre yerlerinde kabarıp çoğaldılar. Sonra da bu beklenen misafiri alkışlarcasına, coşup seslenerek, halayın bitimine doğru hızlanan oyuncular gibi, kıpır kıpır ve güçlü çalkantılarla rıhtıma yayıldılar. Sandalyemin ayakları sırılsıklam olmuştu. Ama ben, masanın pervazlarına bastığım için, bu sevimli sel baskınına, onlardan kurtulmuş olmanın sevinciyle bakıyordum. Uzun süre bu suların taşkın bir neşe hâlinde gelip rıhtıma yayılışını, sonra da küçük akarcalar hâlinde tekrar denize dökülüşünü gülümseyerek seyrettim.*(*Boğaz’ın Karşı Kıyısı* adlı öyküden.)