"Gökyüzü tül gibi bir sisle kaplıydı. Sıcak boğucu bir hava vardı. Dilleri bir karış dışarıda, ağızlarından salyalar akıtarak boyunduruklara asılan öküzlerin sırtlarında söğüt çubukları ıslık çalıyor, engebeli dar yol uzadıkça uzuyordu. Önce tepelerindeki süt beyaz bir bulut güneşin devrilmesini bekliyormuş gibi yükselip batıya doğru süzülerek gözden kayboldu. Sonra da bütün gün bir yavuklu gibi yolu takip eden nehir birden sağa kıvrılarak küçük bir tepenin arkasına dolandı. Bir başına kalmış yolda hafifçe sağa saparak engin bir düzlüğe çıktı. Öküzler rahatlayarak kuyruklarını tembel tembel sallayıp sinek kovmaya başladılar. Düzlüğü ikiye bölen yolun solunda yıllardır ekilip biçilmemiş kirli sarı kaba kavruk otlarla kaplı içinde tarla kuşlarının cıvıldaştığı, karın doyurma telaşındaki bıldırcınların korkusuzca sağa sola koşturduğu tarlalar bozkır gibi uzayıp gidiyordu. Tarlaları ufukta maviye çalan bir buğu kesiyordu. Bu buğunun altında, tepesinde alıcı kuşların dolanıp durduğu geniş yemyeşil ormanlar saklıydı."