Bir toplum istenildiği kadar zulme uğrasın, aşağılansın, korkuyla, ölümle sindirilmeye çalışılsın, yine de içindeki özgürlük tutkusu hiçbir zaman ölmez; zira insanların olduğu gibi toplumların da fıtratında zulme, haksızlığa alışmak diye bir şey yok.
Hatta ölüme, gadre maruz kalan toplumlarla özgürlük arasındaki bağ çok daha derindir. Bir kuşaktan diğerine miras kalan `Toplumsal Bellek` sayesinde bu bağ gittikçe daha da kuvvetlenir.
Sonra öyle bir zaman gelir ki, içerlerindeki o özgürlük tutkusu ufacık bir kıvılcımda alev alıp patlar ve büyük bir isyan dalgasına dönüşür. İşte o zaman da kendi içlerinden bir sözcü, peşinden gidecekleri bir lider çıkarırlar ve onunla beraber zulmün, haksızlığın karşısına dikilirler.