Her anlatıcı kendi yaşamışlığı ve tanıklığı ölçüsünde bir fark yaratarak ve edebi anlamda mesafe katederek bir diğerinin geçişine geçitlik yapar. Tıpkı patikada yol alanın kendi adımlarının ağırlığı altında izler bırakıp kendinden sonrakilere izlek olması gibi. Bu, o derece yerel bir doku haline gelir ki yaşayanın ve artık bedeniyle orada olmayanın eti ve kanıyla özdeşleşir. O mıntıka ya da bölge, vadi ya da tepe onun adı ve anısıyla hatırlanır. Edebiyatı ve tanıklığı biricik kılan, onun bir benzerinin mutlak olarak aynı hissi ve tadı veremeyişidir. Dersim ` 96 ve ` 97 diye yerel bir tarihleme yapmak ve bunu edebi bir üslupla aktarmanın çabası, estetik olmayan bir tarihçiliği aşmak içindir. Bu hem yaşayanı olay sıkıcılığından kurtarmak hem de o zamanın yaşayanlarını ancak onların yaşayabilecekleriyle tekillleştirmektir. Kendi atmosferindeki bir gedikte, hangi duyguyla bu dünyaya iz bıraktıklarının hissine sadakattir. Dökülmüş bir kan damlası, not defterinden bir yaprak; yapraklar arasına sıkıştırılmış çiçek kurusu, bir cam kavanozun garantisinde toprağa gömülen mektup veya künye kadar bu yaşama dokunmuş olmalarına sadakattir.