Çukurova’nın sıcağı insanın ta iliklerine kadar işler. Hatta Çukurova’nın sıcağının yanı sıra nemi bile zamanla demiri paslandırıp çürütür *derler.
Ceyhan a bağlı Nacarlı köyü sakinlerinden Ayşe’lerin Mustafa’ya babasından miras kalma üç dönümlük tarlasını, hasat alması için, çift sürme zamanı geldiğinde, her yıl karasabanını alıp öküzleriyle birlikte çift sürmeye gider.
Tarlasına gitmeye hazırlanırken bir taraftan karasabanı’nı yüklediği eşeğine ço, ço, ço deyip sürmeye çalışadursun, diğer taraftan da öküzlerinin sağa sola kaçmaması için, onlara oha gel, oha gel *diye sesleniyordu.
Saatler süren bir yolculuğun ardından, Amanos dağlarının eteğindeki tarlasına varan Ayşe’lerin Mustafa, eşeğin üzerindeki karasabanı yere indirdikten sonra, otlaması için eşeğini çayır çimen olan, yeşillik bir yere beraberinde getirdiği kazığı çakarak *kaçmaması için*, eşeğin yularını o kazığa sıkı sıkıya bağlar.
Daha sonra, kendinin oturması için topraktan yapmış olduğu seki’nin üzerine geçip oturarak hem dinlenir hem de koyun cebinden çıkardığı tabakasının üzerine iki üç kere eliyle vurarak tabakanın kapağını açıp, bir yaprak kağıt aldıktan sonra, parmaklarıyla da bir pança tütün alıp, özene bezene sigarasını sarıp, gazlı çakmağıyla da yakıp ta ciğerlerine kadar birkaç kere dumanını çeker, çeker ve öylece yol yorgunluğunu çıkarmaya çalışır.
Oturduğu yerden arada birde hem bağlı olan eşeğine bakar hem de çifte koşacağı sarı öküzüyle alaca öküzüne bakar.
Ayşe’lerin Mustafa baktığında eşeğinin ot yediğini [otladığını] görünce, hey gidi benim yiğit eşeğim, sen olmasan benim halim nice olur?
Sen olmasan ben bu karasabanı köyden ta buralara kadar nasıl getiririm?
Senin yediğin onca otlar, onca arpalar, onca samanlar sana helal olsun* diyerek eşeğine övgüler yağdırırken diğer taraftan da öküzlerine benim alaca öküzüm, benim sarı öküzüm sizlerin sayesinde babamdan kalma bu üç dönümlük tarlayı sürüyorum da çocuklarımın rızkını böylelikle çıkarmış oluyorum *diyerek öküzlerine de övgüler yağdırıyordu.
Sigarasını içip bitirmiş, yol yorgunluğunu da üzerinden atmıştı.
Ayşe’lerin Mustafa kendi kendine, hadi oğlum Mustafa oturduğun yerden kalkıp su dolu küpten de bir tas soğuk suyunu da içtikten sonra, karasabanı öküzlerine koş / bağla ve çiftini sürmeye başla *deyip yerinden kalkarak [azık] erzak çıkını’nın yanında ki küpten bir tas soğuk suyunu da alıp içer.
Daha sonra, öküzlerini karasabanın yanına getirip Biraz uğraştıktan sonra, öküzlerine karasabanı bağlayıp, kendisi de ağırlık olsun diye sabandan tutarak ho, ho, ho diyerek çift sürmeye başlar.
Zaten tarlanın hepsi üç dönümlük olduğundan dolayı bir baştan diğer başa gidip gelmek pek uzun zaman almıyordu, ama birkaç baş gidip geldikten sonra, Mustafa’nın alnındaki terleri domur, domur olmuş, her adım attığında ter damlaları yere damlıyordu. 9
Kendinin yorulduğunu hissettiğinde, öküzlerine de baktı ki, onlarda çift sürmeye ilk başladıkları gibi iştahlı yürümüyor / yavaşlamışlardı.
Anladı ki kendi gibi öküzleri de yorulmuştu.
Onları durdurması için, hoo, ho diyerek durdurduktan sonra, boyunlarındaki boyunduruğu da çıkararak rahatlamalarını sağlamıştı.
Öküzleri otların bol olduğu bir yere götürerek ot yemeleri için, onları mükâfatlandırmış olup, kendiside topraktan yapılı olan o sekinin yanına giderek, şurada biraz oturup hem dinleneyim hem de azık çıkınımı açıp bir şeyler yiyeyim *deyip, toprak keseklere basıp ta düşmemesi için dikkatlice yürüyüp azık çıkınını bıraktığı yere gelmişti.
Bu arada gün öğlen olmuş, kızıl günün sıcağı tepeden vurup, sanki insanın beynine işliyordu.
Bir taraftan kızıl günün sıcağı, diğer taraftan rutubetin haddinden fazla olduğu Çukurova’nın hem sarı sıcağına hem de rutubetine dayanmak kolay değildi.
Ayşe’lerin Mustafa’nın vücudu terlemiş, başından dikine yukarı sarı sıcağın dumanının çıktığı belli olduğu gibi, gözlerine giren terinin tuzu da acı, acı yakıyordu.
Deyim yerindeyse ter topuğundan çıkıyordu.
Varıp su dolu küpünden bir tas su alarak elini yüzünü yıkayıp, sıcağın alevinden kurtulup rahatlaması için, başını da ıslattıktan sonra, azık çıkınını toprağın üzerine açıp, getirdiği aşını ekmeğini hazırlıyordu.
Fakir fukara insanların eti budu ney ki azık çıkınında da ney ola?