*Taksim Meydanı’nda ıslak hamburger yemek, çok sevdiğim bluzuma ayran dökmek istiyordum. Sokak sanatçılarına alışagelmiş bakışlar fırlatıp yürümek değil de bir köşede oturup onları can kulağıyla dinlemek ve izlemek istiyordum. Galata’da bir restoranda oturup şarap içmek ve İstanbul’un en renkli, en gözde zamanlarının ışıltısıyla gözbebeklerim büyüsün istiyordum. Metro saatini kaçırmak, son paramla taksiye binmek istiyordum. Taksiyle Tarlabaşı’nın yakınından geçerken hayat kadınları ve transseksüellerin mini etekleri, file çorapları, geceyi boyayan renkli makyajları ve topuklu ayakkabılarıyla köşe başında salınmalarına içten bir tebessümle bakmak, onların çalımlı bakışlarıyla karşılaşmak istiyordum. Delice bir istek, müthiş bir özlem içimi dolduruyordu. Kollarım, bacaklarım, yüzüm, saçlarım, kalbim kendi kendini yeniden doğurmak isteyen uzuvlar haline gelmişti. Sanki lüks yaşamdan mahrum bırakılmış gibi, hayatın içindeki en olağan şeylerin bile hayalini kuruyordum. Ne de olsa ulaşamadığımız küçük bir neşe kaynağı bile lüks sayılabilirdi. Ta ki elde edene kadar... Elde ettiğimiz her neşe kaynağı sıradanlaşır ve manasını yitirirdi.*